Prof. Dr. Zakir Kaya – Bağımsız Gazeteci, Araştırmacı-Yazar
Görüş ve katkılar için: egetimes@gmail.com
ORCID: 0009-0002-8035-2147
Kısa Roman – Prof. Dr. Zakir Kaya i
Yayınlayan: Prof. Dr. Zakir Kaya
️ Tür: Kısa Roman – Psikolojik Kurgu / Felsefi Hikâye / Anadolu Gerçekçiliği
Yayın Tarihi: [28-05-2025]
HASAN AĞA’NIN DEFTERİ
2. BÖLÜM: SESSİZLİĞİN KABUĞU
HASAN AĞA’NIN DEFTERİ
ÖNSÖZ
Bu kitap yalnızca bir roman değildir.
Bir anlatının ardına gizlenmiş bir yolculuktur.
İçine doğru yürüyen bir insanın, zamanla, korkuyla, sessizlikle ve kendi gölgeleriyle karşılaştığı bir geçittir.
Adı Ali olan bir karakterin ötesinde, burada anlatılan, insanın kendi içine bakma cesaretidir.
Roman, belirli bir coğrafyaya ya da zamana sabitlenmiş değildir.
Mekânlar değişir, yüzeyde olaylar akar; ama asıl hareket içeridedir.
Her yaratık, her kapı, her taş ve her rüya; bilinç katmanlarının, unutulmuş hafızaların ve bastırılmış seslerin simgesidir.
Bu anlatı; yaşanmamış çocukluklara, susturulmuş sözlere ve ertelenmiş yüzleşmelere doğru bir çağrıdır.
Bu kitapta bir öğreti yok.
Ne anlatmak istiyor sorusu yerine, sende neyi konuşturduğuna kulak verilmelidir.
Çünkü her okur, bu metni kendi iç sesiyle birlikte okuyacak, kendi yankısını duyacaktır.
Burada anlatılanın ötesinde, anlatılamayan vardır.
Bu bir sonuç değil.
Bu bir varoluş davetidir.
Hasan Ağa’nın Defteri
Ali, sabahın serinliğinde çiftliğe doğru yürüyordu. Bastonu elinde, ağır adımlarla ilerledikçe, geçmişin izleri toprağa işleniyor gibiydi. Dış dünyayla arasında ince, kırılgan bir perde vardı; bir yandan gerçeği görmeye çabalıyor, diğer yandan zihnindeki sesler ve hayaller arasında savruluyordu.
Çiftliğe vardığında, Yelçin kapıda bekliyordu. Köpeğin keskin bakışları, sanki Ali’nin içindeki karmaşayı seziyordu. O an, Ali’nin içinde tuhaf bir huzur belirdi. “Sen beni anlıyorsun, değil mi?” diye fısıldadı. Yelçin kıpırdamadan gözlerini ona dikti.
Ali, çiftlikteki küçük kulübeye yöneldi. Hasan Ağa’nın yıllar önce bıraktığı defteri açtı. Satırlar arasında ilerledikçe, kelimeler yalnızca geçmişi anlatmıyor; geleceğin kapılarını da aralıyordu. Her cümle, Ali’nin ruhunda yankılanıyor, onu kendi varoluşuna dair derin sorularla baş başa bırakıyordu.
Birden, defterin arasına sıkışmış eski bir fotoğraf buldu. Fotoğrafta, Hasan Ağa genç ve güçlü görünüyordu; gözlerinde tıpkı Ali’dekine benzer bir hüzün ve umut vardı. Ali’nin kalbi hızla çarpmaya başladı. Bu fotoğraf yalnızca bir anı değil; yaşanmışlıkların, mücadelelerin ve kayıpların simgesiydi.
Tam o sırada hafif bir rüzgâr esti. Toprak, yapraklar ve hayvanların sesleri birbirine karışarak adeta ona bir şeyler anlatmaya çalışıyordu.
İçinde bir ses yükseldi:
“Hatırla Ali… Gerçek seninle başlayacak.”
Ama Ali, zihnindeki fırtınayla mücadele ediyordu. Bu ses gerçek miydi, yoksa yorgun ruhunun bir hayali mi? Dalgınlıkla bastonunu yere düşürdü. Bastonun yere çarpmasıyla çıkan ses, onu bir anda uyandırdı.
Gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı.
“Bir adım at Ali,” dedi kendine.
“Kendi hikâyeni yaşamak için.”
Ali, bastonunu yerden aldı. Parmakları titriyordu. Ahşap yüzeyde yılların izleri, çatlaklar ve ince oymalar vardı. Bu sadece bir baston değildi; geçmişin, bir zamanlar güçlü bir adamın yükünü taşıyan bir simgeydi. Şimdi ise, Ali’nin zihninde ağır bir yük hâline gelmişti.
Çiftlikte yürürken, hayvanların sessiz varlığı ruhuna dokunuyordu. Yelçin hâlâ onu izliyordu. Ali’nin gözleri zaman zaman bulanıyor, gerçek ile hayal arasında savruluyordu.
“Sen kimsin Ali?” diye sordu kendine.
“Nereden geliyorsun? Neyi arıyorsun bu topraklarda?”
Yıllardır insan ruhunun labirentlerinde yol arayan bir felsefe öğretmeniydi, ama şimdi o labirentin içinde kendisi kaybolmuştu. Zihnindeki sesler birbirine karışıyor, rüyalarla gerçeklik arasındaki sınır silikleşiyordu.
Bir köşede, eski bir çoban düdüğü gözüne ilişti. Bir zamanlar köyde uyarı sesi olarak kullanılan bu düdük, şimdi Ali için geçmişin yankısıydı. Dikkatle eline aldı, üflemeyi denedi, ama ses çıkmadı. O an, zamana ve sessizliğe meydan okuyor gibiydi.
Gözlerini kapadı. Bir anlığına kendini çocukluğunda, ailesinin yanında, doğayla iç içe saf bir mutluluk içinde gördü. Şimdi ise o hayat, uzak bir düş gibiydi.
Uyandığında, yanında yatan Mırnav’ı fark etti. Kedinin titrek mırlaması, sessiz bir eşlik gibiydi. Ali’nin kalbi bir anlık sıcaklıkla doldu. Belki de hâlâ sevilmek ve anlaşılmak mümkündü.
Ama zihnindeki sesler susmuyordu:
“Saçmalıyorsun Ali… Gerçek değil bu… Kendini kandırıyorsun.”
Ali ürperdi.
“Ama seni seviyorum,” diye fısıldadı — hem kendine hem Mırnav’a.
Gözlerini açtığında, yüzünde yaşlarla karışık bir tebessüm vardı. Her şey bir rüya mıydı? Yoksa yaşadığı trajik bir gerçeklik mi? Bu belirsizlik içinde, Ali bir adım daha attı. Kendi hikâyesini aramaya devam edecekti.
Ali sabahın erken saatlerinde uyandı. Kafasında dağınık düşünceler vardı. Baston hâlâ elindeydi; sanki onu bırakırsa kendisi de yok olacaktı. Çiftlik sessizdi. Yalnızca kuşların cıvıltısı ve uzaktan gelen bir köpeğin uluması duyuluyordu. Ama Ali’nin içinde fırtınalar kopuyordu.
Odanın köşesinde kıvrılmış yatan Mırnav’a baktı. Gözlerini ovuşturdu, aklındaki karmaşayı bastırmaya çalıştı
ama başaramadı. Kendi kendine mırıldandı:
“Her şey benim kafamın içinde… Bu hayvanlar… Bu defter… Hepsi bir yanılsama
mı?”
Birden bastonu yere bıraktı. Ama elini çektiğinde baston, sanki canlıymış gibi yere yapıştı. Kalbinde bir boşluk oluştu, nefesi
kesildi. Aklını sorgulamaya başladı.
“Şizo... Delilik… Belki de ben…”
Tam o sırada, dış kapı gıcırdayarak açıldı. İçeri yaşlı bir adam girdi. Yüzü tanıdık ama aynı zamanda yabancıydı. Uzun beyaz sakalları, derin çizgilerle dolu gözleri vardı.
“Ali…” dedi adam, sesi titrek ama kararlıydı.
“Beni hatırlıyor musun?”
Ali’nin gözleri büyüdü.
“Hasan Ağa mı?”
Adam başını salladı. Bastonu gösterdi.
“Evet, benim. Yaşadıkların gerçek. Ama hepsi senin zihninin yansıması. Bu defter, içindeki hikâyenin aynası.”
Ali diz çökerek yere oturdu.
“Peki neden? Neden bana böyle gösteriyorsun?”
Hasan Ağa yaklaştı, yanına oturdu.
“Çünkü kaybolmuş bir ruhsun. Felsefe öğretiyorsun, ama kendi
hayatının içinde kayboldun. Bu çiftlik, bu hayvanlar, bu defter… Hepsi seni kendinle yüzleştirmek için burada.”
Ali’nin gözlerinden yaşlar süzüldü.
“Korkuyorum Hasan Ağa… Aklımda kayboluyorum.”
Adam gülümsedi.
“Korku, insanın kendini bulmasının başlangıcıdır. Rüyalar ve gerçekler arasındaki
çizgi, çoğu zaman insanın içindeki savaştır.”
Ali bastonunu tekrar eline aldı. İçine bir güç dolmuştu.
“Ben Ali’yim… Hem kayıp hem buluş…”
Hasan Ağa başını salladı.
“Ve artık anlatıcısın. Kendi hikâyeni yazmak zorundasın.”
Gözlerini açtığında, sıcak bir yaz sabahıydı. Güneş ışığı pencereyi aşıp içeri süzülüyordu. Mırnav yanındaydı, baston elindeydi.
Ama en önemlisi… Her şey bir rüyaydı.
Ya da belki de, ruhun derinliklerinde yaşanan gerçekti.
Ali kendi kendine fısıldadı:
“Bazen hayat, rüyalar kadar gerçek,
rüyalar ise hayat kadar acıtır…”
Ve o gün, Ali kalemini aldı.
İlk satırlarını yazmaya başladı.
Kırık Aynalar
Ali aynaya baktığında, karşısındaki yansıma ona yabancı geldi. Ayna kırılmıştı. Parçaları, Ali’nin zihninde
farklı açılardan yansıyor; her biri bir başka yönünü gösteriyordu: korkular, pişmanlıklar, umutlar ve kayıplar…
“Ben kimim?” diye fısıldadı.
Bastonunu
eline aldı, tek tek her kırık aynanın içine bakmaya başladı. Her parça, saklanmış bir gerçeği fısıldıyordu.
Bu an, Ali için bir başlangıçtı:
Kendinden sakladığı her şeyle yüzleşme anı.
8-16.SAYFA ARALIĞI
Değerli okurlar 3. bölüm haftaya takipte kalın.
SON SÖZ
Bu kitap bir roman olarak başladı.
Ama her cümlesiyle, insanın içindeki mağaraya inen bir yola dönüştü.
Ali’nin yürüdüğü yol; hepimizin korkularıyla, özlemleriyle ve unutulmuş parçalarıyla örülüdür.
Bu yol ne tamamlandı ne de yalnızca ona aittir.
Çünkü hakikat, hiçbir zaman tek bir kişide kalmaz.
O, anlatıldıkça çoğalır; paylaşıldıkça derinleşir.
Eğer bu metin, sana kendini düşündürdüyse, bir yarana ışık tuttuysa ya da sadece bir an durup iç sesini duymana sebep olduysa, o zaman bu kitap amacına ulaşmıştır.
Bu hikâye burada bitmez.
Çünkü senin içindeki yol hâlâ yürünmeyi bekliyor.
https://kayazakir.blogspot.com/2025/05/zakir-kaya-roman-hasan-agann-defteri.html
TELİF HAKKI BEYANI
Bu eserin tüm fikrî ve edebî hakları yazarı tarafından saklıdır.
Romanın kurgu yapısı, karakterleri, sembolleri, tematik bütünlüğü ve anlatım biçimi; yazarın özgün fikri emeğiyle oluşturulmuştur.
Kitabın bütünü ya da herhangi bir bölümü, yazarın yazılı izni olmaksızın hiçbir biçimde kopyalanamaz, çoğaltılamaz, yayımlanamaz, dijital ortamda paylaşılamaz ya da uyarlanamaz.
Bu metin yalnızca bir anlatı değil, bir yolculuktur.
Ve her yolculuk, onu yazan kadar yürüyenin de hakkıdır.
© Prof.Dr.Zakir Kaya. , 2025/KHA Yayınları.
Tüm hakları saklıdır.

Yorumlar
Yorum Gönder