Prof. Dr. Zakir Kaya – Bağımsız Gazeteci, Araştırmacı-Yazar
Paylaşın, tartışın, aydınlatın.Görüş ve katkılar için: egetimes@gmail.com
ORCID: 0009-0002-8035-2147
Kısa Roman – Prof. Dr. Zakir Kaya i
Yayınlayan: Prof. Dr. Zakir Kaya
️ Tür: Kısa Roman – Psikolojik Kurgu / Felsefi Hikâye / Anadolu Gerçekçiliği
Yayın Tarihi: [28-05-2025]
Zakir Kaya :Roman-Hasan Ağa’nın Defteri-Bölüm - 4
ÖNSÖZ
Bu kitap yalnızca bir roman değildir.
Bir anlatının ardına gizlenmiş bir yolculuktur.
İçine doğru yürüyen bir insanın, zamanla, korkuyla, sessizlikle ve kendi gölgeleriyle karşılaştığı bir geçittir.
Adı Ali olan bir karakterin ötesinde, burada anlatılan, insanın kendi içine bakma cesaretidir.
Roman, belirli bir coğrafyaya ya da zamana sabitlenmiş değildir.
Mekânlar değişir, yüzeyde olaylar akar; ama asıl hareket içeridedir.
Her yaratık, her kapı, her taş ve her rüya; bilinç katmanlarının, unutulmuş hafızaların ve bastırılmış seslerin simgesidir.
Bu anlatı; yaşanmamış çocukluklara, susturulmuş sözlere ve ertelenmiş yüzleşmelere doğru bir çağrıdır.
Zamanın Kıyısında
Ali, sabah olmadan uyandı. Ne rüyasında ne de uyanıklığında bir sınır kalmıştı artık. Zaman, çürümüş bir halat gibi kopmuş, uçları boşlukta sallanıyordu. Yatağında doğrulurken, odası ona tanıdık ama yabancı geldi. Her şey yerli yerindeydi; ama hiçbir şey eskisi değildi.
Saatin tik takları duyulmuyordu. Oysa duvarda hâlâ dönüyordu akrep ve yelkovan. Ama hangi zamanı gösterdiği bilinmiyordu.
Ayağa kalktı. Hasan Ağa’nın defterini eline aldı. Bu kez okumadı. Sayfaları tek tek çevirdi. Bir zaman sonra fark etti: Harfler silinmişti. Satırlar boştu. Kalbine saplanan soğuk bir düşünceyle irkildi:
“Zaman geçtikçe değil, fark ettikçe silinir.”
Mutfağa geçti. Suyu açtı, ama su akmadı. Musluktan yalnızca bir uğultu geldi: Dalgaların çok derinlerdeki yankısı gibi.
Oturdu. Gözlerini kapadı. Bir imge belirdi zihninde: Zaman, kıyısız bir göldü ve o, gölün tam kenarındaydı. Suyun yüzeyinde kendi yansıması değil; çocukluğu, gençliği, gelecekteki ihtiyarlığı vardı. Hepsi bir aradaydı. Aynı anda.
Bir çocuk sesi duydu. Ardından kendi genç sesi. Sonra yaşlı bir adamın fısıltısı:
“Zaman ilerlemez, sadece katlanır evlat. Ve katlandığı yerde seninle buluşur.”
Gözlerini açtı. Ter içindeydi. Ama dışarısı hâlâ geceydi. O an anladı: Hasan Ağa’nın defterinde yapılan yolculuk, zamanın içinde değil; zamanın kıyısındaydı. Orada, geçmişin de geleceğin de anlamı yoktu. Sadece farkındalık vardı.
Yavaşça pencereyi açtı. Hava ağırdı. Gökyüzü yıldızsızdı. Ama Ali, gökyüzüne değil, içindeki sonsuzluğa bakıyordu artık.
Ve fısıldadı:
“Ben artık zaman değil, anlam arıyorum.”
Taşların Hafızası
Sabah güneş doğarken, Ali sessizce evden çıktı. Şehir henüz uyanmamıştı. Güneş, binaların arkasında çekingen bir çocuk gibi yüzünü göstermeye çalışıyor; ama hâlâ kararsızdı: doğmak mı, beklemek mi?
Ali’nin adımları bilinçsizdi, ama ayakları onu bir yere taşıyordu. Sonunda, kentin dışında, terk edilmiş bir taş ocağına ulaştı. Bir zamanlar insan eliyle parçalanmış taşların ortasında durdu. Her biri sessizdi ama suskun değildi. Her birinin içinde bir hikâye vardı. Duyulmayan ama hissedilen.
Yere eğildi. Küçük, pürüzlü bir taşı avuçladı. Taşı tuttuğunda bir titreşim hissetti. Sanki taş konuşuyordu ama kelimelerle değil, zamanla…
“Ben burada sen doğmadan vardım,” diyordu taş.
“İçimden ne sular aktı, ne güneşler geçti. Üzerimden yürüyenler unuttu ama ben unutmadım.”
Ali, taşı uzun uzun inceledi. O an anladı: Hafıza yalnızca insana ait değildi. Taş da hatırlıyordu. Sessizce. Israrla. Unutmaya karşı bir direnişti taş. Kalıcılığın suskun bir ilanıydı.
Yakındaki büyük bir kayaya oturdu. Hasan Ağa’nın defterini açtı. Bu kez boş olan sayfalar, dolmaya başlamıştı. Ama yazılar kendi eliyle değil, taşların diliyle yazılıyordu. Her harf, bir iz gibiydi. Her kelime, toprağın, rüzgârın, suyun içinden çıkmış bir sırdı.
Bir çizim dikkatini çekti: Spiral. Sonsuzluk değil; derinleşme. Dışa değil, içe kıvrılan bir yol.
Fısıldadı:
“Taşlar hatırlar… Biz unuturuz. Ve bazen ancak taşları dinleyerek hatırlarız kim olduğumuzu.”
Ayağa kalktı. Artık doğa onun için sessiz bir fon değil, konuşan bir metindi. Taşlar, yollar, ağaç gövdeleri… hepsi birer sayfaydı. Ve o, gözleriyle değil, ruhuyla okumayı öğreniyordu.
Rüya ile Uyanıklık Arasında
O gece Ali derin bir uykuya dalmadı. Göz kapakları kapanmıştı, evet… ama zihni uyanıktı. Uyku ile uyanıklık arasında bir eşikte, başka bir mekânda geziniyordu. Ne tamamen gerçekti gördükleri, ne de tamamen düş.
İlk olarak bir koridor gördü. Duvarları kitap sayfalarıyla kaplıydı. Sayfalar rüzgârsız bir odada kendiliğinden çevriliyordu. Her sayfada farklı bir hayat, farklı bir “Ali” anlatılıyordu. Bir sayfada çocuk; bir diğerinde yaşlı, kambur bir adam… Ama gözleri hep aynıydı. Kendine ait, derin ve arayan bir bakış…
Koridorun sonunda bir kapı vardı. Üzerinde tek bir kelime:
“Hatırlamak”
Kapıyı açtığında annesinin sesi yankılandı:
“Ali, sen bu dünyaya hatırlamak için geldin. Unutanların arasına karışıp, unutmayanı arayacaksın…”
Bir anda eski bir camide buldu kendini. Minberden bir derviş konuşuyordu. Yüzü yoktu, ama sesi tanıdıktı. Belki de Hasan Ağa’nın sesiydi.
“Rüya, seninle konuşan gerçektir Ali Efendi. Ve gerçek, seninle rüya gibi konuşabilir.”
Derviş yaklaştı, Ali’nin alnına bir işaret çizdi: spiral. Aynı taşların yanında deftere düşen şekil.
“Bu işaret, içe doğru yolculuğun simgesidir. Özüne, hakikatine… Ama dikkat et: Bu yolda neyle karşılaşırsan, senin bir parçandır. Kaçma.”
Ali irkildi. Gözlerini açtı. Yatağındaydı… ama ruhu başka bir yerde kalmış gibiydi.
O an fark etti: Rüyalar, hafızanın değil, ruhun alanıydı.
Ve uyanmak, bazen gözlerini kapattığında başlıyordu.
Masasına gitti. Hasan Ağa’nın defterini açtı. Sayfa boştaydı. Ama Ali yazmak istemedi.
Çünkü o gece defter, yalnızca bir kâğıt parçası değil; rüya ile uyanıklık arasında bir köprü olmuştu.
Aynadaki Yolcu
Sabahın ilk ışıkları perdenin arasından sızarken Ali, uyanık ama başka bir yerdeymiş gibi doğruldu. Rüyasının yankısı
hâlâ zihnindeydi. İçinde bir ses vardı:
“Aynaya bak.”
Banyoya yürüdü, aynanın karşısına geçti. Yüzüne baktı. Tanıdığı bir yüzdü ama bugün gözlerinde başka bir şey vardı; derin, uykusuz, düşünceli…
Tam o anda, aynadaki yansıması gülümsedi.
Ama Ali gülümsememişti.
Bir ürperti geçti içinden. Sol eliyle aynaya dokundu. Soğuktu. Camdı. Gerçekti. Ama yansıma sanki başka bir yerden, gerçekliğin ötesinden bakıyordu.
Ve bir ses duydu — hem içinden hem dışından gelen bir ses:
“Ben senim, ama senden biraz daha eskiyim. Hatırlamadığın her anıyım. Bastırdığın her duyguyum. Susturduğun her soruyum.”
Ali geri çekildi. Aynadaki o "öteki Ali" hâlâ konuşuyordu:
“Sadece dış dünyayı değil, içindeki dünyayı da keşfetmelisin. Aksi hâlde yürüdüğün yol, başkasının yoludur. Kendi yolunu bulmak istiyorsan önce benimle yüzleşmelisin.”
Ali başını eğdi, kalbi hızla çarpıyordu. Aynaya yeniden baktı. Göz göze geldiler.
O anda, aynadaki yüz bir adım geri çekildi.
Arka planda çocukluğunun evi belirdi. Mutfağın duvarındaki eski saat… Annesinin elinde bir tabak çorba…
Sonra sahne değişti. Lise yılları… Bir öğretmen
sesi:
“Ali, sen çok düşünüyorsun. Hayat bu kadar karmaşık değil.”
Ama Ali hep anlam aramıştı. Sadece yaşamak ona yetmemişti.
Aynadaki yansıma eğildi, kulağına fısıldar gibi dedi:
“Cevap sandıklarında sorular, soru sandıklarında cevher var. Unutma, her ‘ben’ bir başka ‘ben’i çağırır.”
Ali gözlerini kapadı. Derin bir nefes aldı. Gözlerini yeniden açtığında, yansıması normale dönmüştü.
Ama o artık
eski Ali değildi.
O gün ilk kez kendine şu soruyu sordu:
“Ben kimim, gerçekten?”
Cevabı bilmiyordu.
Ama artık sormaktan korkmuyordu.
24-32-SAYFA ARALIĞI
Değerli okurlar 5. bölüm haftaya takipte kalın.
SON SÖZ
Bu kitap bir roman olarak başladı.
Ama her cümlesiyle, insanın içindeki mağaraya inen bir yola dönüştü.
Ali’nin yürüdüğü yol; hepimizin korkularıyla, özlemleriyle ve unutulmuş parçalarıyla örülüdür.
Bu yol ne tamamlandı ne de yalnızca ona aittir.
Çünkü hakikat, hiçbir zaman tek bir kişide kalmaz.
O, anlatıldıkça çoğalır; paylaşıldıkça derinleşir.
Eğer bu metin, sana kendini düşündürdüyse, bir yarana ışık tuttuysa ya da sadece bir an durup iç sesini duymana sebep olduysa, o zaman bu kitap amacına ulaşmıştır.
Bu hikâye burada bitmez.
Çünkü senin içindeki yol hâlâ yürünmeyi bekliyor.Bu kitapta bir öğreti yok.
Ne anlatmak istiyor sorusu yerine, sende neyi konuşturduğuna kulak verilmelidir.
Çünkü her okur, bu metni kendi iç sesiyle birlikte okuyacak, kendi yankısını duyacaktır.
Burada anlatılanın ötesinde, anlatılamayan vardır.
Bu bir sonuç değil.
Bu bir varoluş davetidir.
https://kayazakir.blogspot.com/2025/05/zakir-kaya-roman-hasan-agann-defteri.html
2.Bölüm LİNKİ
https://kayazakir.blogspot.com/2025/06/zakir-kaya-roman-hasn-aga-defteri.html
3.Bölüm LİNKİ
https://kayazakir.blogspot.com/2025/06/zakir-kaya-roman-hasn-aga-defteri_052803448.html
TELİF HAKKI BEYANI
Bu eserin tüm fikrî ve edebî hakları yazarı tarafından saklıdır.
Romanın kurgu yapısı, karakterleri, sembolleri, tematik bütünlüğü ve anlatım biçimi; yazarın özgün fikri emeğiyle oluşturulmuştur.
Kitabın bütünü ya da herhangi bir bölümü, yazarın yazılı izni olmaksızın hiçbir biçimde kopyalanamaz, çoğaltılamaz, yayımlanamaz, dijital ortamda paylaşılamaz ya da uyarlanamaz.
Bu metin yalnızca bir anlatı değil, bir yolculuktur.
Ve her yolculuk, onu yazan kadar yürüyenin de hakkıdır.
© Prof.Dr.Zakir Kaya. , 2025/KHA Yayınları.
Tüm hakları saklıdır.


Yorumlar
Yorum Gönder